Handan Atamer Engin: Türk mutfağı ‘tanıtılamamaya’ devam ediyor!
Gastronomi turizminde neredeyse herkesin uzman olduğunu, ‘En iyi ben bilirim’ şeklinde yaklaştığını söyleyen KITES Travel'ın kurucu ortaklarından Handan Atamer Engin, “Türk mutfağı kesinlikle çok yanlış tanıtılmaya bana göre ‘tanıtılamamaya’ devam ediyor. Her şeyden önce hala gastronomi turizmi alanında gerçek bir envanterimiz ve stratejimiz yok” diyor.
Reklam
Aliye GÜMÜŞ / Gastronomi Dergisi
KITES Travel ve KITES Event’in kurucu ortaklarından Handan Atamer Engin, seyahat acentalığı mesleğini başarıyla yürüten bir iş insanı. Uluslararası görevler üstlenen, TÜRSAB camiasının yakından tanıdığı isimlerden biri olan Engin’in ortağı olduğu KITES, yurt dışından turist getirmek üzere bir seyahat acentesi olarak başladığı yolculuğuna MICE sektöründe yaptığı faaliyetlerle devam ediyor. Şirket bugün Fas ve Tayland’da ofisleri olan global bir oyuncu konumunda. Dünya mutfaklarını ve gastronomi sektöründeki girişimleri yakından takip eden Handan Atamer Engin ile turizmi, Türk mutfağını ve gastronomiyi mercek altına aldık.
Sizi ve KITES Travel-Event’ı kısaca tanıyabilir miyiz? Gastronomi sektörüne dönük hangi çalışmaları yapıyorsunuz? Proje ve planlarınızdan biraz söz eder misiniz?
Aslen gıda mühendisliği okudum ancak şartlar beni kendi aile şirketimizde turizm sektöründe çalışmaya yönlendirdi. 30 yıla yaklaşan bir sektör deneyiminde açıkçası turizmin benim için en doğru meslek olduğunu sahada deneyimledim. Çünkü; yaşam benim en keyifli yolculuğum, ben de bu yolculuğun en keyifli gezginiyim derim hep. Ayrıca seyahat etmek benim için hem özgürlük hem de bana nefes aldıran bir devinim. Che Guavera’nın da dediği gibi hayal kurabildiğim ölçüde özgür olabildiğime inanıyorum. Ve tam bu anlamda turizm yani seyahat etmek bana hayal kurdurabiliyor, hayallerimi besliyor. Dolayısıyla da turizm benim yaşam tarzım, hayallerim ve özgürlüğüm aslında.
KITES, bir aile şirketi ve yurtdışından turist getirmek üzere bir seyahat acentesi olarak başlayan yolculuğuna benim fiilen katılmamla birlikte bugun MICE dediğimiz etkinlik alanında yaptığı faaliyetlerle genişleyerek devam etti. Bugüne geldiğimizde; Fas ve Tayland’daki ofislerimizle birlikte global bir oyuncuyuz diyebilirim.
Bunca yıl elbette yaptığımız çalışmaların içinde gastronomi olmadan olmazdı. Zaten turizm gastronomi olmadan nasıl olabilir ki? Bir paket turu hazırlarken ulaşım, otel kadar önemli bir argümandır öğünler.
Tüm dünyada gerçekleştirdiğimiz organizasyonlarımızda misafirlerimize sadece kültürel ve turistik noktaları göstermenin yeterli olmadığına, bir destinasyonu tanıtmak ve tanımak için o bölgenin mutfağını mutlaka tatmak gerektiğine inananlardanım. Çünkü bölgelerin mutfakları o ülkenin kültürü, insanların yaşam tarzı ve hatta hayata bakış açılarını size anlatan önemli ipuçları barındırır. Bu bağlamda yaptığımız organizasyonlarda, elbette misafirlerimizin damak tadına uygun menüleri seçsem de mutlaka bölgelerin yöresel lezzetlerini de menüye eklemeye hep özen gösterdim. Hatta varsa hikayeleri ile misafirlerimizin o yemeğin öyküsünü dinleyerek, denemek için bir merak uyandırdığını da deneyimledim. Bu bağlamda, tur programlarımızı ve etkinlikleri planlarken bölgelerin yöresel tadları ile menüleri bizzat ben oluşturdum.
Pandemi ile birlikte biz de bütün dünyada olduğu gibi durduk. Ama ben umutlarımı hiç tüketmedim. Zira insanlığın varolduğu günden beri bitmeyen bir merakla seyahat faaliyetleri yani turizm devam etti ve edecek te. Bu bağlamda biz bu süreçte herseyin yeniden normale döneceği süreçler için hazırlıklarımızı yapıyoruz. Açılmaya bağlayan bölgeleri takip ediyoruz.
Elbette kendi ofislerimizin olduğu bölgelerde gücümüz daha fazla. Yolcularımızın beklentileri ne yönde değişecek, taleplerde ne öne çıkacak diye görüşmelerimizi yapıyoruz. Önceliğimiz güçlü olduğumuz bölgelerden başlamak ve bu bölgeleri taleplere göre yeni dönemde daha ilgi çekici olarak nasıl sunarız, neleri öne çıkarırız diye planlamalar yapıyoruz.
Gastronomi turizmi son yıllarda popüler hale geldi. Turizmci olarak hem gastronomi sektöründeki gelişmeleri hem de gastronomi turizmi adına yapılan çalışmalarını nasıl buluyorsunuz? Sizce neler doğru, neler yanlış yapılıyor? Türkiye’nin varsa handikapları veya avantajları neler?
Her şeyden önce ülkemiz bırakın her bölgesini, şehrini neredeyse her semtinde farklı bir lezzeti tadabileceğiniz muazzam bir zenginliğe sahip. Ancak maalesef biz yıllardır bu konuda da çok geride kaldık. Ancak ilginçtir ki; 1980’den önce yani kitle turizmine geçmeden önce aslında gelen gruplar ve münferit misafirlerimizin önceliği bu yöresel tadları da deneyimlemekti. Biz sanırım 1980’lü yıllardan sonra kitle turizmine ağırlık verince geri kalan her şeyi unuttuk. Ülkemizi her nedense sadece deniz-kum-güneş üçlüsü ile tanıtmayı ve buna göre planlama yapmayı daha çok sevdik. Bu da bize gastronomi turizmi de dahil olmak üzere pek çok alandaki gelişme ve ilerlemeden uzaklaştırdı. Sonrasında da dünyada trend olunca biz de her zamanki gibi kopyala-yapıştır yani taklit etme kültürümüzle yeniden gastronomi turizmi demeye başladık. Diğer her konuda olduğu gibi bu alanda da herkes konunun uzmanı, herkes en iyi ben bilirim diyerek bir genel tanıtım stratejisi olmadan herkesin kendi başına iş ürettiği bir ortamda elbette ben bugüne dek yapılan bu konudaki hiçbir çalışmayı doğru bulmuyorum. Türk mutfağı kesinlikle çok ama çok yanlış tanıtılmaya bana göre tanıtılamamaya devam ediyor. Her şeyden önce hala gastronomi turizmi alanında gerçek bir envanterimiz var mı?
Türk mutfağı deyince onca zenginliğe rağmen sadece döner ve şiş kebapta takılı kalmak gerçekten felaket. Zamanında yurtdışında her köşebaşında açılan döner tezgahları ile Türk mutfağının tanıtımına katkı sağladığımızı düşünmekle bugün Nusretin Türk mutfağını tanıttığını düşünmek arasında hiçbir fark yok benim gözümde. Nusrete bence Arjantin ülkesi kendi mutfağını tanıtıyor diye ödül verebilir.
Türkiye gastronomi alanında dünyada tüm rakiplerini sollayacak çok avantaja sahipken, bütün bunları sadece pazarlama ve tanıtımında dezavantaja dönüştürebilme becerisine sahip. Tüm dünyada Pizza deyince İtalyanlar akla gelirken biz döner konusunda Arap mı Yunan mı Türk mü karmaşasındayız hala. Biz hala gastronomi deyince yeme içme anlıyoruz. Oysa gastronomi yemeğin hikayesine yolculuktur ve bununla markalaşmaktır. Biz işe bence buradan başlamalıyız çünkü hiçbir şey için geç değildir. Her şeyden önce bir gastronomi stratejisi oluşturmak esastır.
Dünya turizmini ve HORECA sektörünü yakından tanıyan bir isimsiniz. Gastronomi turizmi açısından Türkiye’nin örnek alabileceği bir model var mı?
Bu soru bana acı geldi içimi sızlattı. Çünkü sahip olduğu yöresel lezzetleriyle aslında örnek alınacak bir ülke olması gerekirken sıralamada bile olamamak ve birilerini örnek almaya çalışmak olmamalıydı hedefimiz. Dünyada gastronomi turizmi deyince aslında ilk örnek Çin geliyor aklıma. Tüm dünyada Çün Mutfağı adı altında bir marka oluşturmuş durumdalar. Dünyanın her yerinde bir Çin Restaurantı bulmamak mümkün değil. Hatta pek çok ülkede Çin mahalleleri turistik anlamda da tur rotalarının vazgeçilmez noktaları haline gelmiş. Aynı şekilde İtalyan mutfağı Pizza ve Makarnası ile İspanyol mutfağı Paellası Sangriası ile Arjantin mutfağı etleri ile dünya markası.
Türkiye’yi gastronomi üzerinden tanıtmak için nasıl pazarlama yapılmalı? Sizce bir Anadolu mutfak efsanesi yaratmak mümkün mü? Kime ne gibi görevler düşüyor?
Biraz önce örnek verdiğim ülkeler dizi ve filmlere kadar insanların akıllarında kalacak şekilde bir tanıtım politikası izlediler senelerce. 7’inci sanatın insanlardaki algı oluşturma mekanizması bugün bile hala en önemli argüman. Buna bir de son yılların en büyük argümanı sosyal medya ile bütünleştirmek bence olması gereken. Dünya çapında gastronomi yazarları, yeme içmeye meraklı dünya çağında ünlülerin daveti de bu anlamda işe yarayacaktır. Belediyelerin gastronomi turizmine hizmet ediyoruz diyerek mahalle panayırlarından öteye geçemeyen sözde festivallerini uluslararası takvime girecek şekilde birkaç tane uluslararası katılım boyutuna getirebilmek hepsi bir bütün içinde olması gerekenler diye düşünüyorum.
Bu tanıtım bir devlet stratejisi olmak zorunda evet ama bu bir çalışma grubunun asli görevi olmalı. Bu yapının içinde turizm ve gastronomi alanında yetkinliği olan ve uluslararası tecrübesi olanlar olmalı. Ama elbette adı gastronomi turizmi ise elbette lokomotif gene işin pazarlamasını yapan seyahat acenteleri olmalıdır.
Seyahat acentacılığı mesleğini ve camiasını tanıyan, bilen bir isimsiniz. Mesleğinizin yeni dünya düzeninde karşılaştığı zorluklar veya dönüşme sancıları var mı? Neler yapılmalı?
Sorunun yeni dünya düzeni olduğunu düşünmüyorum. Çünkü; aslında her yeni gün, yeni bir düzen demektir. Dünyanın nereye evrildiğini göremeyen, bu evrimin turizm sektörüne getirecekleri ve götüreceklerini öngöremeyen, koltuk-makam-mevki ve her türlü menfaat derdine düşen turizmin her alanındaki yöneticilerin maalesef turizmin önemini kendilerinin bile anlamadıkları dolayısıyla da yeterince anlatamadıkları ve bu sebeple de ülkemizin turizm vizyonuna ve bu vizyon doğrultusunda stratejiler ve 5-10-20 ve 50 yıllık programlarla turizm politikası oluşturamamalarından kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Oysa bizim gibi bir ülkenin hükümetlere göre değişmeyen ama gelişen bir Turizm Devlet Politikası olmalıydı. Bunun için geç kaldık diye düşünenler olabilir ama ben daha önce de dediğim gibi hiçbir şey için geç değildir, zamanı gelmemiştir diyenlerdenim.
Turizmin içinde kendi alanıma yani seyahat acenteciliğine özelleştirirsem eğer, o zaman hala bir saygınlık kazandıramadığımız için üzgünüm. Bunda da gene 1972’de yasa ile kurulan TÜRSAB’ın başına gelen tüm yönetimlerin payı olduğuna inanıyorum. Bugün eğer itibar görmeyen, dışlanan, görmezden gelinen, önemsenmeyen bir sektör olduysak maalesef bunda seçtiğimiz yönetimlerin rolü çok büyük. Bu anlamda aslında o yönetimleri oraya getiren ve uzun yıllar orada kalmasını sağlayan delegeler yani bizler sorumluyuz.
Sizce iklim krizi, sürdürülebilir olmak, yeşil dönüşüm gibi konularda turizm sektörü ne kadar samimi?
Hangi konuda samimiyiz de bu alanlarda samimi olduğumuzu söyleyebilelim? Sürdürülebilirlik olmadığı zaman turizmin olamayacağını kavramamız lazım artık. Ormanları yok edip yerine oteller yapmak, derelerin, nehirlerin doğal akışlarını değiştirip üzerlerine HES’ler yapmak, yeşil dönüşümün sadece binaları yeşile boyamak diye düşünmek bizim herhalde anladığımız kısımlar. Oysa kullandığımız enerjiden, temizlik malzemelerine kadar doğada kalıntı bırakmayacak, doğayı tahrip etmeyecek, sürdürülebilir olana yönelmek bunu bir ilke haline getirmek bizim için esas olmalı. Uluslararası sözleşmelere imza atıp, sonra oluruna uydurmak anlayışından vazgeçmediğimizde kısa bir süre sonra inanın tanıtacak ürünümüz kalmayacak.
Türkiye’de turizm sektöründe kadın yönetici olmanın zorlukları neler? Sektörde çalışmak isteyen kadınlarımıza ve gençlerimize tavsiyeleriniz var mı?
Belki de en umutlu olduğum konu burası. Türkiye’de kadın ve erkek diye ayırt edilmeden herkesin masa etrafında sadece meslektaş olarak oturabildiği tek sektör olabiliriz. Bu da gerçekten mutluluk verici. Bir mevki için seçimde cinsiyet değil liyakatin önemini net gördüğüm bir sektörde olmak gerçekten de keyifli. Elbette bazı aksi örnekler gelebilir ama inanın çok azdır ve arka tarafında mutlaka başka bir hikayesi olabilir.
Bence tek sorun STK’larda yeterince görev alamadığımız. Biliyorsunuz TÜRSAB’ta kadın hareketini başlatan kişiyim. Ancak bu hareketi başlatırken açıkçası neyle savaştığımızı daha iyi anlarsam ona göre sahaya çıkabiliriz diye düşünmüştüm. Karşılaştığım durumu ben bile kendi hemcinslerime doğru anlatamadım sanki. Biz kadınlar aynı anda hem iş kadını, hem anne hem ev kadını da olmayı başardığımız için açıkçası genel kurullar öncesi çok fazla sahada oy toplamak için çalışamıyoruz. Türkiye gerçeğinde maalesef oy zamanı sahada oy çalışmasında olamayanlar gözden düşüyor. Bu bağlamda BİZ DE VARIZ diye hareketi başlattığım da açıkçası biz sahada oy toplamaya çıkamasak da geri planda bir güçbirliği ve organizasyonda birlikte çok daha güçlü bir sinerji yaratabiliriz demekti. Sevindirici olan şu ki; tüm adaylar bu baskıyla listelerinde daha fazla kadın adaya yer vermek zorunda kaldılar. Umuyorum zaman içinde bu durum mecburiyetten ve gene bir oy kaygısı ile değil bu BİRLİKTE DAHA GÜÇLÜ olduğumuzu hazmetmiş bir anlayışla devam eder. Kimbilir belki de TÜRSAB bir kadın başkanı da deneyimler.
Eklemek istediğiniz hususlar var mı?
Turizm umuttur ve turizmciler de ülkenin dışa açılan en önemli yüzüdür. Sorumluluğumuz büyük bu anlamda. Kendimizi daha çok geliştirmek zorundayız. Dünyayla entegre olabilmeli, değişen koşulları önceden öngörüp, uygulayabilecek kabiliyette olmalıyız. Bu konuda asla taviz veremeyiz.
Ayrıca, Rusya-Almanya-İngiltere ile Istanbul-Antalya-Kapadokya üçgenine sıkışmış kitle turizmi kapanından çıkıp, ülkemizin her bölgesinin ve değerlerinin tüm dünya ülkelerinin ilgisini çekecek şekilde stratejilerini ivedilikle geliştirmek zorundayız. Buradan kitle turizminden vazgeçmek sonucu çıkmasın. Zira kitle turizmi bizim daima lokomotifimiz olacak evet ama turizmi 12 aya yayabilecek envantere sahipken bunu artık gözardı etmemeliyiz diye düşünüyorum.
Turizm keşfetmektir. Yeni maceralar, yeni insanlar, yeni kültürler ve yeniliklerle gelen bitmeyen bir değişim süreci. Değişime de karşı konulamaz. Değişmek gelişmeyi de beraberinde getirir. O zaman gelişmek için turizmden asla vazgeçemeyiz diyorum..
Röportajı Gastronomi Dergisi 151. sayısında okumak için tıklayınız...