İç Mimar Murat Dede: Klasik mekânsal yaklaşımların “şimdilik” sonuna gelindi…
“Evet artık insanlar fine-dining istemiyor; hem tad hem de mekânsal bazdaki şıklığı ve zerafeti daha rahat edebileceği mekânlarda bulmaya çalışıyor” diyor İç Mimar Murat Dede ve ekliyor: “Bu da doğal olarak tasarımları farklı bir çizgiye taşımaya başlıyor. Klasik mekânsal yaklaşımların “şimdilik” sonuna gelindi gibi görüyorum…”
Reklam
Gastronomi Dergisi
İç mimari ve ürün tasarımı üzerine ürettiği projelerle değişen restorancılık anlayışına farklı bir bakış açısı sunan İç Mimar Murat Dede liderliğindeki Urbanjobs, Türkiye’deki restoran kültürünün en doğal ifadelerinden birini sunan tasarım ödüllü Zula ve mevcut duvarlardan kopuk olarak kurgulanan bir kabuk yardımıyla klasik mekân beklentilerinin çok ötesine geçerek gereksiz olan hiçbir detayı bünyesine almayan, mimari bir perspektif sunan, “ne az, ne de çok, olması gerektiği kadar” teması üzerine kurulu bir tasarım anlayışı sunan Nappo Pizza projesiyle yiyecek-içecek sektörünün tanıdığı bir tasarım ofisi. Urbanjobs mimarlık ofisinin çalışmalarını, gastronomi dünyasıyla kesişen yollarını, tasarım anlayışı ve mekân çözümlerini kurucusu-baş tasarımcısı Murat Dede ile konuştuk.
Murat Bey kısaca sizi ve mimarlık ofisinizi tanıyabilir miyiz? Daha çok nasıl projelere odaklanıyorsunuz?
Urbanjobs’ın kurucusu ve baş tasarımcısıyım. İç mimarlık lisansım üzerine, La Sapienza di Roma’da sergileme ve kamusal alan tasarımı üzerine yüksek lisansımı yaptım. Urbanjobs’ı, 2017 yılında kurdum. Çıkış noktamız, kentli yaşam stilini merkezine alan, kentli insanların yaşamını tasarlayan iç mekanlar ve mobilya tasarımları gerçekleştirmekti. Bugüne kadar birçok yeme-içme mekanı tasarladık. Kent yaşamının omurgasını oluşturan yarı kamusal olarak nitelendirebileceğimiz bu mekânlar, aslında insanların sosyalleşme alanları; kültürün devindiği, fikirlerin paylaşıldığı mekânlar. Ve kent yaşamının dinamiği ve nabzı bu mekânlarda tutuluyor. Yeme-içme mekânlarında uzmanlaştık diyebilirim, fakat ne mutlu bize ki, mağaza, otel, ofis ve konut projeleri de gerçekleştirebilen, tasarım vizyonumuzla bu projelere katkı sunabilen bir yapımız mevcut. Eş zamanlı, birbirinden farklı ölçek ve içeriklerde projeler yapmak hem çok keyifli hem de bir iç mimarlık stüdyosu için her alanda kendini var ettiğinin bir göstergesi.
Gastronomi ve konaklama sektörü hızlı bir değişim içinde. Günümüzünmekânlarının değişimini/dönüşümünü tasarım boyutuyla nasıl görüyorsunuz? Dünya ile mukayese edebilir misiniz? Mimari anlamda varsa trend ve yaklaşımlar neler?
Dünya ile mukayese edebilmemiz açısından, önce ekonomik olarak mukayese edilebilir bir düzeyde olmamız gerekiyor. Çünkü tasarım dediğimiz olgu, finansal çarkların içinde bir döngü. Attığımız her çizgi, yaptığımız her proje, politik, ekonomik dolayısıyla sosyolojik bir temele oturuyor. Avrupa için çok erişilebilir olan bir malzeme, maalesef Türkiye koşullarında erişilebilir olmaktan çıktı. Avrupa’da aynı bedele 10 m² iyi finişli bir malzeme satın alabilirken, burada ancak 1 m² alabiliyorsunuz. Bu da iyi finişli, iyi malzemeyle bitmiş mekânların oluşmasının önünü epey kesiyor. Şöyle düşünelim, Avrupalı bir kişi, beğendiği bir kanepeye 20 bin Euro verip alabilirken, Türkiye’de bu rakamlara bir kanepe almak epey zor. Hal böyle olunca, ister istemez Türkiye’deki “iyi ürüne ve iyi tasarıma erişim” zorlaşıyor. Yine de bu zorluğu aşmaya çalışan birçok yerel tasarım stüdyosu var diyebiliriz. Bu tasarım ve malzemelerin hala bedelini bizlere ödemeye hazır olan işverenlerimiz ne mutlu ki var. Bu işin bir boyutu. Trend tarafından bakarsak, konsept veya biçimsel bazda oluşan yaklaşım ve değişimlerle pek ilgilenmiyoruz. Bizim için önemli olan, işin temelinde yatan bağlamsal değişimler. Evet artık insanlar fine-dining istemiyor, fine diningin hem tad hem de mekânsal bazdaki şıklığını ve zerafetini, daha rahat edebileceği mekânlarda bulmaya çalışıyor. Bu da doğal olarak tasarımları farklı bir çizgiye taşımaya başlıyor. Klasik mekânsal yaklaşımların “şimdilik” sonuna gelindi gibi görüyorum.
Konsept oluşturulurken yatırımcı ve mimar açısından süreç nasıl işliyor? Restoran, kafe veya otel projelerinde Türkiye’de sizce mimarın iktidarı var mı?
Evet, yaptığınız tasarımın ve verdiğiniz hizmetin kalitesi yüksek ise, yaptığınız işler hip oluyorsa mimarın iktidarından söz edilebilir. Bunun oluşması için konuyu hakim olmak gerekiyor. Mutfak operasyonunun nasıl işlediğini, servis operasyonunun nasıl işlediğini ve çok önemli olan müşteri deneyiminin nasıl olması gerektiğini düşünebiliyorsanız bunu işverenler de farkına varıyor ve işi teslim ediyor.
Konsept aşamasında önce işvereninin gereksinimlerini anlamaya çalışıyoruz. Bu bağlamda, işverenin işi doğru bir şekilde aktarması bizler için çok önemli bir nokta. İlk brief sonrası bizim aklımızda da bir şeyler oluşmaya başlıyor. Önceliğimiz, form, malzeme ve renk değil, operasyonun nasıl olması gerektiği, sistemin nasıl işleyeceği oluyor. Bunu destekleyecek olan ambiyans üzerine yoğunlaşıyoruz. Bu aşama bizler için genelde eskizlerin yapıldığı, mekânı hissedebileceğimiz enstrümanları kullanmaya başladığımız evre. Kimi zaman müzik oluyor, kimi zaman bir film oluyor. Soyut düşüncelerimizi yavaş yavaş kağıda dökmeye, yazmaya, sonra da bu fikirleri çizmeye başlıyoruz. Yani soyutta somuta doğru bir akış yaşıyoruz. İşleyiş üzerine fikirlerimizi olgunlaştırdıktan sonra, bu fikirleri yerleşim planı ve eskizlerle beraber işverene sunuyoruz. Daha sonra 3 boyutlu çalışmalar, mutfak projeleri ve diğer müelliflerle olan teknik çalışmalara başlıyoruz.
Projelerdeki mutfak tasarımında şeflerle veya endüstriyel mutfak firmalarıyla iş birliğiniz oluyor mu? Nelere dikkat ediyorsunuz?
Tabii ki. Özellikle şefler, ihtiyaçların aktarılması konusunda en kilit kısım. Tabii şef olmayıp, işinde çok iyi olan kişiler de var, her zaman şef ile ilerlenmek durumunda değil. 2 yıl önce dünyaca ünlü restorantiyer Alan Yau ile çalışma fırsatımız oldu, hala da devam ediyoruz. Böyle kişilerden de çok şey öğreniyoruz. Alan, bildiğiniz gibi F&B konusunda hem bir girişimci hem de bir yatırımcı. Söz gelimi Alan ile iş yaparken, onun işe hakimiyeti ve titizliği bize başka bir kapı aralıyor, çok şey öğreniyoruz.
Mutfak firmalarıyla çalışmak, bizim gibi ihtisas sahibi stüdyolar için olmazsa olmaz konular. Hem yemeğin ve içeceğin hazırlanışına hakim olmaya, hem mutfak cihazlarına hakim olmaya, hem de servis operasyonunun nasıl işlediğine ve onların ihtiyaçlarına hakim olmaya çalışıyoruz. Basit bir örnek vermek gerekirse, bir mutfak alanındaki pişirmenin üzerinde yer alan davlumbazın yerden 200 cm yüksekliğe asılması ile 205 cm’e asılması arasındaki nüansı, bunun sebep olabileceği problemleri bizzat yaşadığımız için biliyoruz, bu tarz konuları projemize işleyip doğru bir şekilde yapılmasını sağlayabiliyoruz. Bu da nihayetinde yatırımcıya bir artı olarak dönüyor. Tabi bu sürecin doğru hız ve kapsamda yürütülmesi, proje süresinde tasarım ekibinin zaman ve maliyet baskısına maruz kalmaması çok çok önemli. Proje süresi ne kadar doğru işlerse ve bu süre vakit kaybı olarak görülmez ise, hem inşaat sırasında hem de kullanım ömrü süresince oluşabilecek problemlerin önünü mümkün olduğunca kesmiş oluyoruz.
HORECA sektöründeki projeleriniz ve son dönem projeleriniz hakkında bilgi verir misiniz? Ofis olarak gelecek planlarınız neler?
10’dan fazla eş zamanlı proje var, bunların neredeyse tamamı horeca işleri. Aslında ofisler de var, fakat bizim tasarladığımız ofisler standart ofisler olmuyor. Söz gelimi, Assembly Buildings aslında bir ofis projesi diye geçiyor, şu an Ankara’da inşaatı devam eden 8500 m²’lik bir proje. Bunun haricinde Nef Yalıkavak projesi ile beraber geliştirilen Kulüp Kızılburun isimli büyük bir konaklama projesi üzerinde çalışıyoruz. Bu kapsamda 100 odalı konaklama tesisi, havuz alanları, karşılama alanları, deniz kıyısı mikro yapıları ile sahil şeridini tasarlıyoruz. Şu an üzerinde çalıştığımız 5 restoran ve bistro ile, inşaatı devam eden 3 restoran işimiz bulunuyor. Bunun haricinde tabii ofis ve mağaza projelerimiz de eş zamanlı olarak yürütülüyor.